Tek satır yazmadı o gittikten sonra.
Yazmak kabullenmekti belki de. İçindeki yangınlara su tutmaktı.
Söndürmeye çalışmaktı kocaman alevlerini, onun çıkardığı büyük yangınların.
Oysa o, onun gelip söndürmesini beklemişti. Göz göre göre kül olmasına izin vermezdi ki.
Ya da o öyle sanmıştı.
"Ben gözümü kararttım.
Sen gözünü kapattın.
Gelmedin." dedi,
"Birinci dereceden yanık teşhisi koydum kalbime şimdi..."
...
Canını acıtanları hatırlamak istemiyordu.
Hem zaten, onları yazmaya kalksa, bitiremezdi ki...
Anlatmaya çalışsa, anlatamazdı.
Ya da yanılgılarını. Sevginin eşitsizliğini. Aynı şiddette sevmediklerini.. Güvensizliğini...
"Kabullenişime ağıt yakıyorum farz et." dedi.
Bir süre sonra kötü olan ne varsa unutacağını biliyordu zaten.
Kötüleri içinde barındıramayan bir hafızası vardı.
Başka sebepten başka bir zaman yazmıştı; "kin büyütmeyi öğrenmedi kalbim.
Aldanmaya meyilli bu yüzden."
Yorgundu bu cümlelerden.
Güzel sözler söylemek istiyordu.
Sadece kendisi için.
Zaman değişti diye zamanla değişenler için değil.
...
Hatırladığı güzel şeyler vardı.
Çok sıkıntılı olduğu bir günün akşamında yan yana oturup karanlık denize bakarken, konu gidecek olmasına gelmişken hani... Hiç gelemeyecek olsa da "Ben gelirim..." demişti ya ona. Gülümseyerek başını omzuna koymuştu o zaman. Böyle yanıtlamıştı onu. Çünkü iki iyi dosttu onlar her şeyden önce.
O dakikada bile onu sevdiğini hiç bilmeyecek olduğuna o kadar emindi ki...
O anın kelimelerden arınmış sessizliğini diğerinin hızlı kalp atışlarının alıp götüreceği yoktu hesapta.
"Elimi kalbinin üzerine koyma cesaretini gösterip yerinden çıkacakmış gibi çarpan kalbini hissettiğim günden beri..." diyordu şimdi "O an sanki az evvelmiş gibi hafızamda. Takvim bir yılı doldurmak üzere."
Kırgınlığı kızgınlığa, kızgınlığıysa yeni bir boşvermişliğe bırakıyor kendini bugünlerde.
Her şey böyle başladı;
Beklentisiz, hesapsız, ani.
Beklentiler büyüdü, hesaplar çoğaldı, ve gelişi gibi aniydi gidişi.
Faturası ağır.
Kalp durdu.
Sonra...